Tiyatro sanatının ülkemizde tanınıp sevilmesinde gezici tiyatroların rolü inkâr edilemez. Bu sebeple pek çok yazarımıza da ilham kaynağı olmuştur. Nitekim Sait Faik de Kumpanya adlı hikâyesinde bir yandan tiyatronun müdürü ve jönünü karşı karşıya getiren ve ilginç bir finalle sona eren aşk hikâyesini konu ederken bir yandan da Türk tiyatrosunun sıkıntılarını önümüze serer: tiyatronun toplumda itibarlı bir meslek olarak görülmemesi, oyunculuktan gelen tiyatrocuların işin finansmanı konusunda başarılı olamaması, devletin güzel sanatları himaye etmemesi, seyirci kültürünün oluşmaması… Her şeye rağmen “sahne tozunu yutanlar”ın vazgeçemediği bir âlem tiyatro.
Emekli Miralay Rıza Bey ve oğlu Necmi arasındaki fikir ayrılığının kökü epey derinlerde: İnsanın sırf insan olduğu için sevildiği ve değer verildiği bir dünyanın eksikliği vicdan sahipleri için tam bir Kriz. Tam da bu sebeple Necmi kendisini bu dünya içerisinde anlamlandıramadığı için avareliği seçiyor. Bakalım Cibali Yokuşu’ndaki kız onun anlam arayışına son verebilecek mi?
Gauthar Cambazhanesi’ndeki trapezci kız, İsolde, “sevilmek için yaratılmışların en güzeli”. Aynı kıza âşık iki sıkı arkadaş: Georges ve Hristo. Peki, İsolde tercihini yaptığında ne olacak?..

Sait Faik Abasıyanık (18 Kasım ya da 22 Kasım ya da 23 Kasım 1906 - 11 Mayıs 1954), Türk hikâye ve roman yazarı, şair. Türk hikâyeciliğinin önde gelen yazarlarından birisi olan Sait Faik, çağdaş hikâyeciliğe yaptığı katkılar nedeniyle Türk edebiyatının köşe taşlarından biri olarak kabul edilir.
Modern Türk hikâyeciliğinin öncülerinden olan Sait Faik, getirdiği yenilikler nedeniyle, "kökü kendisinde olan" bir yazar olarak kabul edilir. Klasik öykü tekniğini yıkarak doğayı ve insanları basit, samimi, iyi ve kötü taraflarıyla, olduğu gibi ama aynı zamanda şiirsel ve usta bir dille anlattı. Döneminin pek çok sanatçısından farklı olarak, kendisini Batı'daki gelişmelerle sınırlamadı, hiçbir edebî anlayışın etkisinde hareket etmedi, belli bir tarzın takipçisi olmadı. Asaf Hâlet Çelebi'nin ifadesiyle "Sait Faik kendi ismi içinde mahsur kalacaktır. Hele bizde son zamanlarda onun bazı raté taklitleri türemekle beraber muhakkak ne kendisinden evvel ve ne de sonra ona yakın kimse gelmedi."
Toplumsal sorunlara değil, bireyin toplum içindeki sorunlarına eğilen Sait Faik, öykülerinde çoğunlukla kendisinden yola çıkarak insanın hakikatini anlamaya çalıştı. Çoğunlukla şehirli alt sınıfın hayatını, balıkçı, işsiz, tacir, kıraathane sahibi gibi karakterleri anlattı. İnsanların yaşama biçimlerini, arzularını, tasalarını, korkularını ve sevinçlerini irdeleyerek "insanı ele alan sanatçılar" sınıfında yer aldı.
1929 yılında başladığı yazı hayatı boyunca "sorumlu avare", "gözlemci balıkçı", "çakırkeyf sirozlu", "küfürbaz şair", "müflis tacir", "züğürt yazar", "hamdolsun diyemeyen rantiye", "anadan doğma çevreci" gibi sıfatlarla anılan Sait Faik'in tüm yazdıkları bir şair duyarlılığı içeriyordu. Hikâye, roman, şiir yazan, çeviriler ve röportajlar yapan sanatçı bütün bu türleri kendine özgü tarzı ile kaynaştırdı. Yazarın, anlık heyecanlarını yansıtan, izlenimci ve fovist ressamların üslubunu anımsatan bir tarzı olduğu söylenmiştir.
Kendi özgün dilini oluştururken André Gide, Comte de Lautréamont ve Jean Genet gibi isimlerden etkilenen Sait Faik, kendisinden sonra gelen Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu ve Demir Özlü gibi yazarlara ışık tuttu. Ölümünün ardından Burgaz Adası'ndaki evi müzeye dönüştürülen yazar adına her sene Sait Faik Hikâye Armağanı verilmektedir.
(Vikipedi'den alındı.)